hareket1

Yazıya başlamadan önce not düşeyim, yorum ya da önerilerinizle sağlayacağınız her türlü desteğe açığım, hatta buna çok ihtiyacım var 🙂 Zira bu bloğu açarken “ben bir anneyim, birçok şeyi çok iyi bilirim, insanlara çok iyi bildiğim şeyleri aktarayım” düşüncesiyle açmadım.  Tecrübelerimi, hissettiklerimi ve benim de anne olunca öğrendiklerimi ben de anlatayım, ama bir yandan da yanlışlarım ya da eksikliklerimde benim gibi anneler tarafından yapılan önerilerden faydalanayım istedim.

Oğlum 22 aylık ve ben bazen çok çaresiz hissediyorum. Annelik bir okul değil evet, Berk benim ilk çocuğum; dolayısıyla onunla yaşadıklarım ilk kez başıma gelen durumlar.  Bu zamana kadar, uzmanlardan dinlediklerimi,  çocuk gelişimi ile ilgili yazılan makaleleri okuduğum kadar, büyüklerimizin sözlerini, anne olan arkadaşlarımın tecrübelerini ve oğlumun kişilik özelliklerini temel alıp, kendi içgüdülerimle harmanlayarak ilerlemeye çalıştım annelik yolumda. Tüm bunlara rağmen,  okumak, kulak vermek, gözlemlemek yanında, kendi yaşadığım deneyimler karşısında çok çaresiz hissedebiliyorum.

Biraz baştan alayım; çünkü işler en başından yani doğumdan beri başlıyor. Daha önce de oğlumun kolik bir bebek olarak hayata başladığından bu yazıda bahsetmiştim. Kolik sona er di, ancak ağlamaları maalesef bitmedi. Burada bir bebekten bahsediyoruz; elbette sorunlarını, ihtiyaçlarını genel olarak ağlayarak anlatacak; ancak birçok çocuğa nazaran oldukça sık ve saatler süren bir ağlamayla baş başa kaldık.  Bu aşamada “siz sakin olun ki bebeğiniz de sakin kalsın”  görüşünü benimseyip, büyük ölçüde bunu uygulamaya çalıştım.  Evde bunalıyor olabilir diye düşündüm, Berk’i kaptığım gibi pusetine koyup dışarıya çıkardım ki bebekken oldukça işe yarayan bir yöntemdi. Etrafta izledikleri onun dikkatini dağıtıyordu ve sakinleşerek uyuyakalıyordu. Doğum iznimde olduğum dönemler, sırf bu nedenle, akşam eşim eve gelene kadar saatlerce pusette ya da kucağımda dolaştırdığımı bilirim.

Gelgelelim, biz iki yaş sendromuna bir yaşından biraz sonra girdik, işin bilimsel açıklaması ayrı, belki uzmanlara göre bir yaş bunun için erkendir ama bizde durum bu şekilde oldu. Bunu, belki de Berk’in gelişimsel olarak yaşıtlarından bir miktar önde gitmesi ile açıklayabilirim. 3,5 aylıkken yüzüstü dönmeye, 8 aylıkken sıralamaya, 10 aylık olduğunda ise yürümeye başlamıştı. 1 yaşına geldiğinde onu yakalamakta zorlanacağımız kadar koşarak hareket ediyordu, anladım ki yürümesi bizim için bir milat olmuştu. Çünkü Berk artık kabına sığmaz bir çocuk olmuştu.

Her durumun avantaj ve dezavantajı oluyor, onun hareketlerine erken başlaması, kendi kendine yılmadan yürümeye gösterdiği azim,  yürümeyi başardığı için gözlerinde gördüğüm sevinç ve görenlerin “maşallah” demesi paha biçilmez bir durumdu elbette ancak kulvara önden girmek bence 2 yaş sendromu dediğimiz durumla erken tanışmamıza sebep oldu.

İnisiyatif almaya erkenden başlaması, bu konuda oldukça inatçı olması, istedikleri yapılmadığında ya da uyarıldığında kendini yere atarak dakikalarca ağlaması… Bunlar bazı annelere çok tanıdık geliyor, değil mi? Bir de oldukça hareketli olması ki yazının başlığına ancak gelebildim sanırım 🙂

Berk 13 aylıkken çıktığımız iki haftalık yaz tatilinde, uyku zamanları dışında bir dakika bile durmadan sürekli koşmak istemesi ile olay resmi olarak başladı diyebilirim. Biz babasıyla bir heves yüzmesi için oturaklı simit;  kumda oynaması için kova, kürek ve oyuncaklar almışken, bizimki bunların yüzüne bile bakmadı.  Tek istediği vardı: Koşmak, yürümek yine koşmak…

Çocuk parkında ise, diğer çocukların aksine salıncakta sallanmaktan hoşlanmamaya başladı. Kaydırağa birkaç kez kaydıktan sonra, çocuk parkını geride bırakıp sadece koşmak ve parktan dışarı çıkmak istedi her zamanki gibi… Kazara parka götürmek istesek kıyameti koparıyordu. Biz de onun isteğine hem onun hem de kendi huzurumuz için saygı duyduk, bu esnada kızıp tepki göstermemeye özen gösterdik ve onun güvenliğini sağlayacak şekilde onu serbest bıraktık.

Derken durum daha da zorlaşmaya başladı,  araba koltuğuna otururken ağlamak, trafik ışığında durduğumuzda ağlamak, bezlenirken kaçmak ve ağlamak, giydirmek, yatırmak uyutmak kısaca her şey ağlamaya dönüştü.  Hatta işin enteresan tarafı, onun istediğini o “istediği zaman” değil de 5-10 dakika sonra yapmak istesek dahi son şiddet ağlamaya ve kendini yerlere atmaya devam ediyordu. Sakin kalıp sakinleştirmeye çalışsak bile çoğu zaman işe yaramıyordu.  Tabi siz bir de bu durumu “sakin” karşılarken “içten içe yıpranan” annenin halini bir düşünün…

Artık ailece dışarıya yemek yemeye gidemiyoruz. Bundan birkaç ay önce bir hafta sonu kahvaltı etmeye gitmiştik, hayatımda ilk kez çocuğuma restoranın ortasında kızdım ve o an o kadar üzüldüm ki anlatamam. İnsanlar bile halime acıyıp kendi çocuklarının oyuncakları ile bizimkini oyalamaya çalışıyordu ama işe yaramıyordu.  Kızdığım için rezil olduğumu düşündüğüm için üzülmedim aslında, bunu umursamıyorum. Kendimi kızan bir anne durumuna düşürdüğüm, aslında olmadığım ve olmak istemediğim bir anne gibi davrandığım ve evladıma bağırdığım için üzüldüm. Bir defasında annemin evinden dışarı çıkarken sırf montunu giymek istemediği o kadar ağladı ki, komşular kapımızı çalıp, çocuğa bir şey olmasından korktukları ve merak ettiklerini söylediler.

En son dün yaşanan bir olaydan bahsedeyim, dışarıya 1 saat kadar kalacağımız bir sergiye gitmek istedik, geçen sene de bu sergiye Berk’i alarak gitmiştik, o zaman daha rahat durmuştu ancak bu sene aslında biraz da tahmin ettiğim gibi biraz sıkıntılı oldu. Bunları yaşayabileceğimi az çok öngörüyordum ama yine de sergi, müze gibi ortamlarla küçük yaşında tanışmasını istemiştim. İçeri girerken arabasına binmek istemedi, babası da elinden tutup götürmeyi teklif etti, dışarıdan sergi alanına kadar elini tuttu ancak genelde birisinin elinden tutarak gitmekten hoşlanmadığı için elini bıraktı.

Sergide resimler de vardı, başlangıçta gezerken onunda dikkatini çekecek, hoşuna gidecek şekilde, “aaa bak, Berk bu ne, baykuş, bak kaç tane bina var burada” gibi onun da cevap verip ilgilenebileceği şekilde gezmeye çalışıyorduk. Tabi bu durum yaklaşık 7-8 dakika sürdü ve hemen ardından serginin açık kapısından dışarı koşmak istedi. Biz de babası ile onu arabada oturttuk. Babası “sen gez, ben onunla ilgilenirim” diyerek çocukla ilerledi, ben de serginin diğer taraflarını geziyordum. Aklım da onlardaydı ama yapacak bir şey yoktu.

Derken serginin diğer ucundan oğlumun ağlamalarını duydum,  babasının itirazına rağmen çocuğu arabayla dışarı çıkardım ve bu esnada çocuğa bağırdım. Maalesef ki bağırdım ve o da haliyle ağlamaya başladı, daha serginin başında dışarı çıktık birlikte. Serginin dışındaki çimenlik alanda bir o yana bir bu yana hem Berk’i gezdiriyor, hem de gözümden deli gibi akan yaşları siliyordum, sinirlerim yıpranmıştı…

Etrafıma bakıyordum, 3 küçük çocuklu aileler bile bizden rahat geziyordu. Neredeyse doğduğu günden bu yana, elimden geldiğimce sakin bir anne olmaya gayret gösterdim, başkaları bağırsa onları susturuyordum, oğlumun dikkatini dağıtarak ya da üstüne gitmeden, krizlerini önlemeye gayret ediyordum. Çoğunda da sakin kalmayı başardım ama dün kendimi tutamamış ve vicdan azabından ölmüştüm. Evet, belki birçok anneye normal gelebilecek ve nadir yaptığım bir şekilde kızdım ama bana ters gelmişti işte. Ayların yorgunluğu uykusuzluğu, oğlumun dizginlenemez hareketliliği bende bir miktar patlama yaşatmıştı.

Ben gezdirirken uyuyakaldığı için o uyuduğu zaman geziyi tamamladık, uyandığında ise onu önce sergi alanının dışındaki lunaparka götürdük, yaşından dolayı oradaki araçlara binemiyordu ancak uzun uzun trenleri, dinazordan dönme dolapları izleyip keyiflendi.

hareket2

Eve döndük, ama evde de ağlamaya devam ediyordu. Bir ara babası dışarı çıkınca krizler geçirerek ağlamaya başladı.  Allahtan babasının işi ertelenmişti de birkaç dakika sonra sürpriz şekilde eve dönmüştü. Yine tutamadım gözyaşlarımı, “benden uzaklaşıyor, babasına yöneliyor, hâlbuki annesi olarak, elimden ne geliyorsa –birçok anne gibi- yapmaya çalışıyorum. Onu üzmeden – kırmadan, başkalarının “siz de bu çocuğa her istediğini yaptırıyorsunuz, çocuk dediğin biraz korkacak” laflarına aldırmadan ve buna karşı çıkarak davranmama rağmen neden bunları yaşıyoruz diye üzüldüm.

Akşam, birlikte biraz oyun oynadık, arada “anne, öpüü, öpüü” diye kendini öptürdü bana da bir nevi “barışmış” gibi olduk sanki benim de moralim biraz yerine geldi.

Bahsettiklerim sadece paylaşmak istediğim durumlardı, oğlumdan şikâyet ediyormuşum gibi algılanmasını hiç istemem. Oğlumu tabi ki canımdan öte seviyorum, ancak ben de anne olarak zor ve çaresiz duruma düşüyorum kimi zaman.   Şimdi “bir musibet, bin nasihatten daha hayırlıdır” sözünü kendime uyguluyorum, demek benim de bazı şeyleri idrak etmem için –hoş olmasa da- bunları yaşamam ve ders çıkarmam gerekiyormuş:

  • Oğlumun yaşadıklarını ve yaşattıklarını, şikâyet edilecek bir durum değil, onun yapısı gereği sergilediği davranışlar olarak yorumluyorum.
  • Bazı çocuk sizin gittiğiniz ortamlarda size uyar. Ağlama krizleri ya da gitme isteği gibi sizi zorlayacak durumlar yaşatmaz, arabasında sakince oturur. Lakin benim oğlum gibi bazı çocuklar ise istedikleri ya da istemediklerinde kararlıdır. O, senin gittiğin yerde durmak, orada hoşnut olmak zorunda değildir. Bu da onu yaramaz bir çocuk yapmaz. Bunu kabullenmeye çalışacağım.
  • Dışarıya çıkmayacak değiliz ancak en azından belirli bir zamana kadar onun olmaktan hoşnut olacağı, onun da keyif alabileceği mekânları seçmek çok önemli. Mesela biz AVM’ye gitme ya da alışveriş işlerini ailece yapma olayını hayatımızdan birkaç ay önce çıkardık. Şimdi işi olan, tek başına erkenden gidip işlerini hallediyor, diğeri de oturup çocuğa bakıyor. Sonuç: herkes mutlu.
  • Sabah kahvaltılarına ya da akşam yemeklerine çok nadir durumlar dışında çocukla gitmiyoruz. Ya onu büyüklere teslim edip biz çıkıyoruz, ya da hep birlikte ev gezmelerine katılıyoruz. Hem biz, hem de oğlumuz daha rahat ediyor. En güzel kahvaltı evdedir 🙂
  • Dışarı çıkacaksak ve iki üç saat kadar kalacaksak, bunu oğlanın uyku saatlerine denk getirmeye çalışıyoruz. Yemek ya da çay keyfini o uyurken yapıyor, uyanınca gezinti yapıyoruz. Zaten uyansa bizi oturtmaz 🙂
  • Biz bu konuda yalnız değiliz, bizim gibi birçok aile var ve biliyoruz ki bu günler geçecek. Onun da bize uyum sağlayacağı zamanlar olacak. Ne zaman geçer biz de merakla bekliyoruz tabi 🙂
  • Bir problem yaşarsak, bağırmadan içimden derin derin nefes alacağım. Çoğu kez koruduğum sakinliği, bu kriz durumlarında da yine korumaya çalışacağım.
  • Kıyas yapmak yok, herkesin çocuğu ayrı özelliğe sahip.
  • Onun bunu bilinçli yapmadığını, sırf bu sebepten ona kızmanın, kendini tam olarak ifade edemeyen, bize muhtaç bir varlığa haksızlık olacağını kendime daha sık hatırlatacağım.

Yukarıda yazdıklarımı içimden kendime tekrar edeceğim ve yine bir sıkıntı yaşarsam yazdığım bu maddeleri tekrar okuyacağım. Elimden geldiği kadar, bu uygulamaları yapmaya devam edeceğim. Bu da kendime bir söz olsun. Maddelere baktım da fena gitmiyoruz sanki 🙂

En büyük anahtar; sabır, sabır, sabır galiba.

Bir de ona duyduğum sonsuz sevgi…umarım beni anlar…