20161127_140321-01

Bundan iki yıl öncesine kadar, sadece bir “evlat” rolünde yürüttüğüm hayatımı, senin doğumundan sonra hem evlat, hem de bir anne olarak devam ettiriyorum.

Terazinin ısrarla “annelik” tarafına doğru kaydığı bir zaman dilimindeyim.

Yorgun, uykusuz, yoğun bir halde önceki hayatım nasıldı diye dönedururken bazen, öyle zamanlar yaşıyorum ki, bana verdiğin mutluluktan ayağımın altındaki yeri hissetmez oluyorum..

Bazen attığın kahkahalar kulağımda çınlıyor.

Koşup bana sarıldığında – ki bunu pek sık yapmazsın –  dünyanın omuzuma bıraktığı yükler üzerimden kalkıyor ve onun yerine ben yüreğimin heybesine sonsuz bir evlat sevgisi dolduruyorum.

Geceleri yanımda seni uyutubildiğim zamanlarda, miniminnacık bedenini bana yaslayıp, ufacık ellerinle parmaklarımı tuttuğunda,  ve burnuma ensenin mis gibi kokusu yayıldığında yaşadığım mutluluğun tarifini anlatamıyorum.

Daha evden dışarı adımımı atar atmaz hasretini çekiyorum, akşam olup da yanına koşmak umuduyla saatleri sayıyorum.  İnsan bu dünyada kaç kişinin özlemini yaşar ki böylesine?

**

Sen yeni bir şey öğrendiğinde,  bizi şaşırtacak bir cümle kullandığında, yeni şeyler başardığını gördüğünde yaşadığın hazzı gözlerinde gördükçe, gözünün ışığını hiç kimse söndüremesin diye dualar ediyorum.

İnsanlarla o kadar içten muhabbetler geliştirmeye başladın ki, sokakta seni gezdirdiğim zaman bir grup gence “görüşürüz abiler” diye laf atarak onları güldürüyorsun.  Su satın aldığımız bakkala, “teşekkür ederim amca, kolay gelsin, yarın yine geliriz tamam mı?” diyor, giderken el sallıyorsun…

Sen büyüdükçe, gülümsettiğin insanların sayısı artıyor ve bu beni inanılmaz mutlu ediyor.

O kadar enerjik, o kadar hayat dolusun ki…

Her şeye çarçabuk tepki verip ağlarken, bir anda mod değiştirip kahkahalarla gülebiliyorsun.

Yani doğan gereği, duygularını uçlarda yaşıyorsun.

Bense bebeler bebesi çocuğum ne zaman büyüdü de artık bir küçük de olsa birey olmaya başladı diye ilk küçük dilimi yutmalarımı yaşıyorum.

***

Sen istemeden seni öpmek ya da sana sarılmak zorlaşmaya başladı.

Artık mis gibi kokunu uzun uzun istediğim kadar çekemiyorum içime.

Çünkü büyüyorsun ve ne yapmak istediğine sen karar veriyorsun…

Geçen gece, kendi kendine yatağında yanında biz olmadan uyuduğunda, aslında buna sevinmem gerekirken, bir miladı daha devirdiğimiz, aslında – normal gelişiminin bir parçası olarak- bir bağımızın daha koptuğunu düşününce yüreğim burkuldu.

Bunu ilk kez emzirmeyi bitirirken resmi olarak ilk ayrılışımızda yaşadığımızı da hatırlamam lazımdı oysaki. Benim için sancılı ve olmasını istediğim gibi uzun bir sürenin sonunda bunu yaşamamıza rağmen, içimi sızlatmıştı; meğer bu sadece yavrunun değil, annenin de ihtiyacıymış.

***

Her bir yavrunun ana cinsine göründüğü kuzgun misali;  o kadar masum, o kadar güzelsin ki gözümde.

Bir dur çocuk, henüz 28 aylıksın sen…

Biraz yavaşlasak olmaz mı?

Ağzımda dönüp dolandırdığım şekerin tadı gibi hiç bitmesin istiyorum senin bu minyatür halin.

Bazen büyüme tam da bu yaşlarında biraz daha kal istiyorum..

**

Sen büyüdükçe burnumun direği biraz daha yoğun sızlamaya başlıyor galiba…

Annelikte seviye atlıyorum sanırım, dur bakalım daha neler göreceğim…

Büyümeni büyük bir hayranlıkla takip ederken, “biraz büyüse de uyusak, taşımasak, yedirmesek” hallerine bürünürken, hesap edemediğim yürek sızıları da varmış aslında işin tam da bu noktasında.

Yüreğimin en ince teline basıverdin be çocuk.

Sen büyüdükçe, içimi titretiyor.