Pek çok annecik gibi en başlarda kuralcıydım ve son derece prensipliydim.
Hamilelikten itibaren doğar doğmaz, bebeğimin günlük rutinlerini nasıl yöneteceğimi hesaplıyordum.
Misal, uyumuyorsa bu çocuğa düzgün bir rutin sağlanamamasından kaynaklanıyordu.
Yemeyen çocuğu yedirmezsin olur biterdi.
Bir çocuğa asla ve kat’a bağırılmamalıydı.
Çok mu tanıdık geldi? Devam edeyim o zaman…
Televizyon izletilmez, bu konuda en ufak bir taviz verilemezdi.
Ay ne kadar da biliyordum ben anneliği..Şahaneydi…
Oysaki anneliğin; annelerden ya da kitaplardan değil, çocuğunun doğasıyla parelel olarak yalnız ve yalnız onun kendisinden öğrenilebileceğini ben çok sonradan öğrenmiştim.
Başlardaki katı kuralcılık yerini o günün doğal akışına bırakmaya başladığında oğlum yaklaşık bir yaşındaydı…
Evet bir yaşındaydı çünkü ben o zamana kadar , literatür prensiplerini uygulayarak kendimi bir miktar perişan etmekle meşguldüm. Berk de son hızla erken bir yaş sendromuna giriyordu…
ve ben yavaş yavaş pes etmeye başladım…
Birkaç konuda halen yine müsamaha göstermiyor olmama rağmen, zamanla çoğu prensibi terkettiğimi pek bir hayretle farkettim.
Ne yani ayağında sallanan ergen var mı aramızda, o kadar da telaş edecek bir durum yok bence…gibi teselli cümleleri kuruyordum…
Biraz kandırmacalı biraz iç rahatlatıcı..
Bir de son zamanlarda yaşadığımız boyutlardan boyutlara girme olayı var ki nasıl başlasam,nereden anlatsam…
Ben ağlamak olayını daha çok bebeklere özgü bir olay sararken, yaş ilerledikçe artan bir hacimle devam ettiğini tecrübe etmiş oldum..
İstediği olmayınca ağlayıp kendini yerden yere atmakları geçtim artık, bir de hiç anlamadığım sebepsiz yere ağlamaları vardı…
Bir insan bütün gün ağlar sürekli bir “isyaaaaeeeannnnn” modunda nasıl davranabilirdi.?
Çünkü çocuk olmak böyle birşeydi..
Benim de sinirlerim kaldırmıyor ve artık bağırmaya başlıyordum…
Bazen “bunu yapmazsan şöyle olur, bunu yemezsen şöyle olur” cümleleri dökülmeye başlıyordu artık ağzımdan..
Bazı geceler 2 saat süren uykuya geçme rutinini, yarım saatte uyusun diye ayağımda sallamakla değiştiriyordum..
Güzelce konuşmak, göz hizasına inmek, parmak sallamak, sinirlenmek…Şartlar neyi gerektirirse artık öyle davranıyordum…
ve geceleyin en masumane göründüğü o uyku halinde yanağına kondurduğum bir öpücükle, gündüz ona kızdığım için sızım sızım sızlayan vicdanımı susturmaya çalışıyordum…
çünkü analık hiç dinmeyen bir vicdan azabı aynı zamanda…
**
Ne yapalım ki annelik toz pembe ideallerle yaldızlanmış bir süs değil…
Televizyon programları,reklamlar, pedagoglar, kitaplar içten içe sürekli bir annelik idealizmi yaratmaya çalışsa da bir gömlek her bedene uymuyor işte…
Anne farklı, çocuk farklı….
En azından zorlansam da bunalsam da başardıklarımda , elime yüzüme bulaştırdıklarımla, ben de böyle bir anneyim…
Gayri ötesini de kervan yolda düzüldükçe göreceğim…
Çok tanıdık geldi. Bu konuyla ilgili son günlerde birkaç yazı okudum ve çok iyi geldi bana. Bi ara gerçekten kafamın içinden kitap cümleleri geçiyordu. Oğlumun bi davranışı karşısında nasıl davranmam gerektiği hakkında aklım hemen kitaplara, uzmanlara gidiyordu. Artık ben de, amiyane tabirle saldım gitti :))