kolik2

Adeta bi’ milyon ışık yılı uzaklıkta vuku bulmuş gibi zihnimin en derinlerine gömmek istediğim bir yaşanmışlık…

Yaşanmaz olaydı ama yaşadık.

Anneliğimin beşinci gününe tekabül ediyordu.    

Diğer yegâne annelik tecrübelerimde olduğu gibi, bu hadisenin de tam olarak ne olduğunu anlamak için birkaç hafta geçmesi gerekecekti.

Yenidoğan bir bebeğiniz varsa öyle her şeyi hemen idrak edemezsiniz çünkü. Yaşananlar sizin algınızdan hızlı ilerler.

Bu beşinci gün, benim normal doğum yapmış olmama rağmen,  henüz daha nekahet süresi içinde olduğum bir dönemdi. Daha ben toparlanamamıştım ki!

Doğumdan henüz iki gün sonra, bronşit geçirmiş, sabah akşam iki kez hastaneye iğne olmaya giden, hastalığım emzirdiğim bebeğime bulaşmasın diye, günün hatırı sayılır bir zamanını maske takarak geçirmek zorunda olan çiçeği tıkalı burnunda bir anneydim!

Sayısız defa uyandığım gecelerden birisinde, müthiş bir çığlık ve ağlama ile babasıyla yataktan fırladık. — Zaten o ilk çığlık sonrası mütemadiyen aynı zıplama seremonisi ile yataktan fırlayacaktık.-  Berk çok ağlıyordu.

Bildiğim duyduğum, ağlama sesinden çok farklı bir tonu vardı.

Gecenin bir köründe darmadağın saçlarım,  emzirmekten üstü muhtemelen süt ve kusmuk kokulu pijamalarımla uykusuz ve yorgunluktan perişan bir vaziyette çocuğun başına ne geldiğini anlamaya çalışıyordum.

Babası kucağına almış,  bir odadan diğerine bebeği sallayıp pışpışlamaya devam ediyordu ama hiçbir işe yaramıyordu.  Feryat figan kopuyordu…

Bu esnada gecenin ikisiydi…

Bir ben bir babası kucağına alarak top çevirir gibi çocuğu evirip çeviriyorduk.

Yüzüstü çevirerek dizimize koyarak, sırtını sıvazlıyorduk…

Bu kadar mı işe yaramazdı hiçbir yöntem?

**

İlk şoku atlattığımızda,  karnına sıcak bir bez koymayı akıl edebilmiştik. Aman ne akıl!

Yatak odasında, yere koyduğum bir örtünün üzerinde minicik bir havluyu ütülüyordum. Şaşkınlığım yerini gerginliğe bırakmıştı.

Bu esnada gecenin üçüydü…

Minik sıcak havluyu, minik karnının üzerine koymuş nefesimizi tutarak bekliyorduk.  Sevincimiz üç saniye sürdü.  Dördüncü saniyede ağlamasına kaldığı yerden devam etmeye başlamıştı.

Ağlama krizlerinin ortasında takriben yarım saatte bir susup, ağlaya ağlaya uykuya dalmış oluyordu. Buna uykudan bayılmak desek daha doğru olacaktı.

Onun kafası yana düşmüş, acıdan sızmış halde dudaklarını büzerek uyuyakalmış halini yüreğim sızlayarak seyrediyordum.

Beş- on dakika babasının kucağında uyur halde, biraz dalsın da beşiğine yatıralım diye beklerken,  feryat figan bir çığlık ile birdenbire uyanıp, krize kaldığı yerden devam ediyordu.

Ağlamak üzereydim…

Lakin bir yandan evin mevcut desibelini artırmak istemiyordum. Bu ağlama krizinin ne zaman son bulacağının yarattığı belirsizlik beni bitirmeye başlamıştı.

Bir dakikanın bile ne kadar uzun sürdüğünü kendime acıyarak fark ettim.  Aslında yavruma daha çok acıyordum, nihayetinde fiziksel sıkıntıyı o çekiyordu.

Yine sustu ve sızıp uyudu…

Bu esnada gecenin dördüydü…

Ben kendimi biraz sonra yeniden çığlıklar eşliğinde uyanacağına inandırmıştım ki bu sefer öyle olmadı.

Sanırım kriz sona ermişti…

Bu ilk vakamızdı ama son olmayacaktı…

İşte biz KOLİK’le böyle tanıştık. Kendisi tanıştığımıza çok memnun görünüyordu ki, evimizden hiçbir gece eksik olmuyordu.

Devam eden gecelerde hemen hemen aynı saatlerde ağlama krizlerini atlatmaya çalışıyorduk. Aynı şeyleri deniyor, aynı şekilde beceremiyorduk.

O birkaç saati yaşamak kaçınılmazdı…

Gündüzleri uyuduğu kısıtlı zaman diliminde googla’da KOLİK araştırması yapıyordum.  Kolik bir bebek için yapılan tanımlar, bizim yaşadıklarımızla birebir örtüşüyordü…

Zamanla kötünün iyisi olmuş ve kriz geçirdiği saatler,  gecenin bir yarısından akşam vakitlerine doğru erkene çekilmeye başlamıştı.   Bu da bir şeydi…

Gündüzleri ana oğul yuvarlanıp gidiyorduk da ben artık akşam sekiz olsun istemiyordum. Saat yediden sonra gerginleşmeye, tırnaklarımı yemeye başlıyordum çünkü az sonra ağlama krizleri başlayacaktı ve bizim evimizde bu duruma önlem alabilecek bir kriz masamız yoktu.

Ortalama bebek ağlamasından oldukça farklı olduğu için kolik saatlerinin geldiğini anlamak hiç de zor olmuyordu.

Bebeğe adeta işkence yapıyor ya da tırnaklarını söküyor olduğumuzu zannedebilirdiniz. Ayaklarını karnına doğru çekerken, yüzü bir kızarıp bir bozarıyordu.

Bir bebeğin saatlerce sesinin tonunu dahi değiştirmeden aynı şiddetle ağlamasına ancak kolik bebeklerde şahit olabilirdiniz.

Çığlıkları içimi parçalıyordu. Çaresizlik içinde elim kolum bağlı kalmak beni bildiğim, yaşadığım anneye dair tüm yorgunluklardan daha çok yıpratmıştı.

Üstelik bu kriz dönemleri, bebeği bir an önce görmek isteyen yakın akraba ve dostların ziyaret zamanlarına denk geliyordu.  Kimse bizi akşam ziyaret etmesin, gündüz gelsinler istiyordum.  Evde bir yandan börek, kek servisi yapılırken, bir yandan kolikli bir bebek susturulmaya çalışılıyordu.

İlk doktor kontrolünde durumu anlatarak “ne yapabiliriz” dediğimde doktor “ne yapsanız pek fayda etmez, tek çaresi zaman” demişti ve çok haklıydı.

**

Derken “beyaz gürültü” ile tanıştık. Ben bir gürültünün renginin olduğunu ilk kez o zaman öğrenmiştim.

Bebeğin anne karnında duyduğu seslere benzer sesleri dinlettiğinizde, bebek aşina olduğu bu sesleri duyduğu zaman kendini güvende hisseder ve rahatlayabilirmiş.  Kolik bebeği olan ailelere, bebeklerine “beyaz gürültü” dinletmeleri tavsiye ediliyordu.

Anne karnındaki seslere benzer ritmik ve uğultulu sesleri evde nasıl bulabiliyorduk dersiniz?

Size Efsanevi Beyaz Gürültü Müzik Grubunu tanıştırayım: Saç kurutma makinesi, elektrik süpürgesi, havalandırma sesi…

Saç kurutma makinesini prize taktım, düğmesine bastım… ve ağlarken birden sustu…

Bir saç kurutma makinesinin çıkardığı sese –sevinçten- gözyaşı dökecek duruma gelen ilk insan olabilirdim. Ya da sadece anneydim… Sanki en sevdiğim şarkıyı dinliyordum, oğlum susmuştu.

Boncuk boncuk gözlerle etrafa bakıp sesi dinliyordu.

Bu defa birkaç dakika durup dinledi… Lakin bu sese de alışarak ağlama krizlerine kaldığı yerden devam etti.

Olsun yılmak yoktu…

Bir dahaki sefer elektrik süpürgesini açtık, her ses faklı olduğu için dikkatini çekiyordu.  Bahaneyle evi temizlerken, bir yandan da birkaç dakika olsun oğlanı susturabiliyorduk. Ev artık akşam süpürülebilirdi bence.

Bir gün bir arkadaşım “Buzuki Orhan” ın kolik bebekler için yaptığı bir CD’den bahsetti. Bu CD’de beyaz gürültü seslerini bir arada bulabiliyordunuz. “Bebek kolik, biz panik olunca albüm yaptıkdiyerek kolik olan kızı için bu albümü yapmış.  Kolik’in ne kadar meşhur olduğunu görün işte, uğruna albüm yapılmış, daha ne olsun!

Ben de internetten CD nin videosunu bulup oğluma dinlettim.  Tabi her ürünün bir raf ömrü vardı oğlum için.

Ara ara kurutma makinesini yeniden dinletiyorduk. Tabii artık makinenin sesini, makinenin kendisini çalıştırmadan internetteki videolardan dinlemeye başlayarak işi teknolojik bir boyuta taşımıştık.

Her akşam bir buçuk saat ailece saç kurutma makinesi dinliyorduk. Ne saadetti!

Sonra bir gün banyonun nefret ettiğim havalandırma sesini keşfettim.

Derken bir gün musluk sesini… Musluğu açınca çıkan tazyikli su sesinde ağlarken birden susuvermişti.

Gecelerimizin bir kısmını da banyoda geçiriyorduk.

İyi de musluğu kapatınca ağlıyordu, sürekli açık mı tutacaktık? Gelecek olan su faturası bizim için hiç de iyi olmazdı.  Ben ne yaptım peki?

Musluğu açıp birkaç dakikalık videosunu cep telefonuma kaydettim. Kaç kez “yedi” ? Bir ya da iki… Orijinal sesinden olduğu kadar videosundan etkilenmedi.

Birkaç gece horon dinlettik, ben ve babası da Karadenizli olduğumuz için aşina olduğumuz ezgilerdi… Kucağımda bebek, gece 12 de horon oynuyordum çünkü bebek ağlamasındı…

**

Biz Ailece Kolik olmuştuk..

Çünkü o ağlarken ben de ağlıyordum,

Kolik müziklerini birlikte dinliyorduk…

Onun canı yansa bizim de yüreğimiz sızlıyordu…

Şimdi bazı kısımları trajikomik bir hikâyenin parçası gibi görünse de o zaman trajedinin ta kendisiydi…

Neyse ki üç ay sonunda bitti…

 

 

Foto: pixabay.com