eq

Geçtiğimiz hafta, işyerim tarafından planlanan “Duygusal Zeka” eğitimine katıldım.  İlk defa bir eğitimde, bu kadar sıkı sıkı not tuttum.  🙂 Eğitim öncesi tanışma aşamasında, eğitmenimiz biz katılımcıların medeni hali ve çocuk sahibi olup olmadığı, varsa çocuk sayısı ve yaşını da özellikle sormak istedi.   Eğitim esnasında anladım ki, verdiği örnekler içinde duygusal zekanın çocuklara olan etkilerinden de bahsedecekti.  Ben de hem eğitim, hem de duygusal zekanın çocuklarla olan ilişkilerinden bu yazımda bahsetmek istedim.  Biraz uzun olabilir, o yüzden madde madde yazarak, eğitim notlarımı birden fazla yazıda paylaşacağım. Ben eğitimi çok faydalı buldum, dilerim size de bir yararım olur 🙂

O zaman eğitimde aldığım notları paylaşmaya başlayayım…Eğitimde çocuklarla ilgili olan kısımlardan da bahsedeceğim.

Duygusal Zeka Nedir?

Kişinin, kendisini ve duygularını tanıyarak  farkındalık sahibi olması ve duygularını yönetebilmesi anlamına gelir.

Duygusal Zekaya sahip kişilerin özellikleri nelerdir?

  • Duygularını tanır, onları kontrol edebilir
  • Empati yanı kuvvetlidir.
  • Kendi beden dilini kontrol edebilir, başkalarının beden dillerini okuyabilir.
  • Pozitif bir bakış açısına sahiptir.
  • İnsan ilişkileri kuvvetlidir.

Beden dilinde herkes gevezedir. Duygularını sözel olarak ifade edemeyen insanlar, beden dilleriyle ifade ederler. Her davranışımızın bir beden dili karşılığı vardır.

Vücudun ön kısmı merkez kabul edilir, bunu açık tutanlar (bazı insanlar konuşurken kollarını birbirine bağlar) iletişimde de açık olurlar.

Her beden dili davranışı herkese uymayabilir, bize uygun olanını benimsemek gerekir.

Çocuğa ne değil, nasıl söylediğimiz önemlidir. Çocuklar, bebekken beden dilleriyle iletişim kurarlar. Yani aslında duygularının farkında olan ve karşısındakinin beden dillerini okuyabilen ebeveynler, çocuklarının beden dillerini de rahatlıkla anlar ve onlarla olan iletişimlerini güçlendirirler. 

Duygusal zekası yüksek insanlar, hayata olumlu bakar, bardağın boş olan kısmı ile enerjilerini tüketmezler.

Onlara göre “keşke”ler geçmiştir, keşkeye takılmanın insanı yiyip bitirdiğinin farkındadırlar. Olumsuz enerji boşalamadığında, stres ve kaygı olarak insana geri döner.  Enerjiyi esas tüketen, korku değil kaygıdır.

Kendi ile kavgalı olan kişi, başkası ile barışık olamaz. Bu insanlarla ilişki kurarken olayı kişisel almamamız yerinde olur.

Yaşamlarında çok başarılı olan insanların ortak özelliklerinden birisi,  yaşamlarında bir yerinde kriz yaşamaları, ancak bu krizi fırsata çevirmiş olmalarıdır. 

Krizleri atlatamayan bazı insanlar, kendilerine bir dış neden gösterirler. Yaşadıkları olayları , “Onun yüzünden”, “kaderim böyle”, “şansım yok” gibi nedenlere bağlarlar.  Örneğin: Çocuk başını sehpaya vurduğunda,  anne baba sehpaya vurmaya kalkar, bu da çocuğun zihnine “başımı vurmamın sebebi sehpa, yani sehpa suçlu”  algısını yerleştirir. Bu çocuk ileride başına gelenlerden daima başkalarını sorumlu tutabilir.

Burada eğitmen, bir vakadan bahsetti,  yıllarca karıncadan çok korkan, hatta karınca gördüğünde düşüp bayılma noktasına gelen bir kişiydi vaka konusu. Sonunda, küçük bir çocukken annesinin, çocuğa emziği bıraktırmak için, emziğe bal ile birlikte çörek otu yapıştırması ve bunu da karıncaların emziğe yerleştiği hikayesini anlatması nedeniyle olduğu anlaşılır.  Çocukları korkutmanın ileride ne kadar büyük problemlere yol açtığına çok önemli bir örnekti bence…

Duygusal zekası yüksek insanlar, krize dönüşen insan ilişkilerini  (buna ebeveyn-çocuk ilişkileri de dahil) fırsata çevirebilirler.

İnsanlar tepki vermekten dolayı değil, doğru olan yolla tepki veremedikleri için başları derde girebilmektedir.

Başkasına olan kızgınlığımızı içimizde biriktirip, acısını başkalarından ve yanlış zamanda, yanlış nedenle ve orantısız bir güçle çıkarmak doğru değildir. Öfke, olayları kişisel almaktan kaynaklanır.

Davranışın kendisinden çok, davranışı nasıl yorumladığımız önemlidir. 

İnsanın enerjisi sonsuz değildir, olmuşa değil, olacağa odaklanması gerekir. “Neden böyle oldu”, “zaten bende şans olsaydı” demek yerine, bu yaşananları bir fırsat olarak değerlendirmek gerekir.  Yani olay biraz bakış açısını değiştirmekte.

Önemli olan insanlarla tartışmak değildir, çünkü ne kadar çok tartışma kazanırsak, o kadar çok dost kaybederiz aslında…

Bazen olayları güç savaşı haline getirebiliyoruz. Misal, yemek istemeyen bir çocuğa, zorla yemek yedirdiğimizde çocuk “güçlü”  olanın kazanacağını öğreniyor, ileride kendisi de “güç kullanma” savaşına giriyor ve yaşadığı olumsuzlukları dış nedenlere bağlayabiliyor.

Olumsuz duygularla nasıl başa çıkarız?

Olumsuz bir durumla karşılaştığımızda, üç ayrı davranış gösteririz.

  • Duygularımızı kontrol edebiliriz- proaktif davranış
  • Duygularımızın kontrolüne girebiliriz- reaktif davranış
  • Duygularımızı bastırabiliriz – inaktif davranış

Proaktif davranış, amaca uygun davranmaktır ve profesyonelce bir davranış biçimidir.

Reaktif davranış, içimizden geldiği gibi ve karşımızdakine göre davranmaktır. Genelde tepkisel davranış biçimlerini oluşturur.

İnaktif davranış ise duyguları saklamaktır.

İlginç bir detay, araştırmalara göre, katillerin bir çoğu “sabırlı” karakterde çıkmış. Yani duygularımızı içe atmak, inaktif davranış göstermek, her zaman selametle sonuçlanmaz.

Duygusal zekası yüksek yani proaktif insan, kendisini , çevresini ve insan ilişkilerini kontrol edebilir, alternatif yaratabilir ve bilgiye açıktır.

Reaktif insan, çekim yasasını olumsuz anlamda sıkça kullanır. “Herşey beni buluyor!” diye söylenir, ve evet bu yasa gereği olumsuzluklar onun başına daha sık gelmektedir.

EMPATİ ve SİNERJİ:

1996 yılından önce bireysel çalışma yatkınlığı aranırken, 96 yılı sonrasında “takım çalışması”na önem verilmeye başlandı.  Buna göre Sinerji kavramı daha sık kullanılır oldu. Sinerji, biraraya gelindiğinde , tek tek yapılabilenden daha fazlasının yapılması anlamına gelmekte.  Yani 2 kişi 2 şer birimden 4 birim iş yapıyorsa,  birlikte çalışarak 4 birimden fazla iş yapabilir olması sinerji kavramını işaret ediyor.

Doğadan güzel bir örnek verdi eğitmen. Yaban kazları, V şeklinde bir arada uçarak, gidecekleri yere, tek tek gitmekten %71 zaman oranında daha erken varıyormuş. 

Empati oldukça geniş bir konu olduğu için, bu kavramdan ikinci yazımda bahsedeceğim…Umarım bu zamana kadarki notlar, hepimiz için farkındalık oluşturmaya yardımcı olur…